GİRİŞ
İnsanı insan yapan birçok değeri hiçe sayıp, onu obje konumuna düşüren işkence, bireyi kendi gözünde değersiz kılmakta, onu aşağılamaktadır. Şüpheli veya sanıktan delile ulaşan sistemlerin vazgeçilmezi haline gelen işkence ile insan hakları hiçe sayılmaktadır.
AİHS m. 3’te düzenlenen işkence yasağı için, “Hiç kimse işkenceye veya insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele veya cezaya tabi tutulamaz.” denilmiştir. AİHM’in de söz konusu madde çerçevesinde pek çok olayda ihlal kararı verdiği bir gerçektir.
Bu çalışmada, öncelikle işkence ve işkence yasağına dair belli başlı bilgiler verilecek olup, çalışmanın son kısmında AİHM’in, AİHS m. 3 ile ilgili vermiş olduğu kararlar incelenecektir.
A. İŞKENCE
1. Genel Olarak
İşkence, Farsça kökenli bir sözcük olup anlamı: Bir kimseye maddi ya da manevi olarak yapılan, düşüncelerini öğrenmek amacıyla birine uygulanan aşırı eziyettir.
Vicdani delil sistemini kabul eden ve tahkik sistemini terk etmiş modern ceza yargılaması hukukunda bile ikrar delillerin şahıdır ve ispat gücü bakımından kendisine yargı organlarınca büyük önem atfedilen bir delil türüdür[1].
Hukuki açıdan ise, işkence tanımının hangi unsurları içerdiği ve buna bağlı olarak nasıl tanımlanacağı konusunda standart ve evrensel ve yeknesak bir görüş yoktur. Doktrinde ise, işkencenin temel olarak şu nitelikleri içerdiği söylenmiştir:
- Kuvvetli bedensel veya ruhsal acı ya da ıstıraba yol açması,
- Failin resmi sıfatla hareket eden bir kimse olması veya bu sıfatı haiz bir kimsenin, diğer üçüncü bir kimseyi kullanmak suretiyle dolaylı olarak hareket etmesi. Diğer bir deyişle, bir anlamda otorite ilişkisinin varlığı,
- Acı ve ıstırap veren hareketlerin belirli bir amaca yönelik olarak yapılması. Bu amaçlar itirafa zorlama, delillere ilişkin bilgi alma, suç ortaklarını ortaya çıkarma, cezalandırma gibi çeşitli olabilir[2].
2. Amaç
İşkence geçmişten günümüze kadar, başlıca iki amaçla kullanılmıştır:
- İdeolojik nedenlerle karşıt görüştekileri cezalandırmak, korkutmak, sindirmek (devlet işkencesi),
- Suçluların cezalandırılması ya da suç delillerinin elde edilmesi, suçla ilgili bilgilere ulaşılması, sanığın itiraf ve ikrarın sağlanması amacıyla ir usul işlemi (adli işkence) olarak….
B. NEMO TENETUR (KENDİNİ SUÇLAYICI DELİL SUNMAYA ZORLANMAMA) İLKESİ VE İŞKENCE YASAĞI
Kimse kendini suçlamak zorunda değildir. Şüpheli veya sanık kendi hakkında suçlayıcı beyanları elbette verebilir. Ancak bu tarzda beyanların geçerli sayılabilmesi için, ikrarın yetkili kimse tarafından zorbalıkla alınmaması, kişinin zarar göreceği korkusuyla vermemesi gerekir. Beyanlar gönüllü şekilde, rızaya dayalı olmalıdır. Kişinin kendi aleyhinde delil elde etmenin akla gelen ilk yolu işkencedir. Oysaki işkenceye uğramama hakkı bir temel haktır ve buna devlet otoritelerince saygı duyulmalıdır.
AİHS m. 3’te düzenlenen işkence yasağına göre, “Hiç kimse işkenceye veya insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele veya cezaya tabi tutulamaz.” denilmiştir. Kişi işkenceye uğradığında özgür iradesi ile hareket edemeyecek konuma getirilmekte, acı çekmektedir. İnsanın özünde hedonist bir yön olduğundan, kişi doğası gereği acıdan olabildiğinde çabuk bir biçimde kaçmak isteyecektir. Acıdan kaçmak, mevcut durumundan kurtulmak isteyen mağdur, gerçeğe aykırı beyanlarda bulunabilecektir veya suçu işlediğini (öyle olmasa bile) kabul edebilecektir. İşkencede elde edilen delillerin kabul edilmemesinin özünde bu neden yatmaktadır. Ayrıca belirtmek gerekir ki işkence yasağının düzenlendiği AİHS m. 3, AİHS m. 15/2’ye göre, olağanüstü hallerde dahi askıya alınabilecek bir yasak türü değildir.
Bu noktada, etik açıdan bir tartışma yaratması açısından “saatli bomba senaryosu”na (ticking bomb scenario) değinmekte fayda vardır. Bu senaryoya göre, çok sayıda insanın ölümüne sebebiyet verecek bir noktada, bir teröristin yerleştirdiği bomba bulunmaktadır. Terörist yakalanmıştır ve kendisine işkence yapıldığında bu bilginin öğrenileceği varsayılmaktadır. Soru şudur: Bombanın yerini öğrenmek adına, teröriste işkence yapılabilir mi? İşkenceyi Önleme Derneği, AİHM kararlarında da göreüleceği üzere, işkenceye her zaman hayır denilmesi gerektiğini belirtmiş ve bunu senaryo üzerinden açıklamaya çalışmıştır. İşkenceyi Önleme Derneği’ne göre, kaç insanın ölümünün işkenceyi haklı kılabilceği sorulmuştur. Bunun yanında, işkence uygulandığında çoğu zaman esirin (bu senaryoda teröristin) önemli bilgileri vermediğini, kimin patron olduğunu göstermek istediğini belirtmektedir. Kaldı ki verdiği bilgilerin kısa bir süre içinde teyit edilemeyecek olması nedeniyle de, terörist işkenceyi verdiği yanlış bilgilerle sonlandırtabilir ve hatta görevlileri yanlış yere sevk edebilir[3].
C. İŞKENCE SUÇU
İşkence ile mağdurun bedensel, ruhsal yönden acı çekmesi, algılama ve irade yeteneğinin etkilenmesi söz konusudur. İşkence seçimlik hareketli bir suçtur. İşkence fiziksel olabileceği gibi, manevi de olabilir. Maddi işkenceye örnek olarak, dayak, filistin askısı, uykudan mahrum bırakma, yiyecek ve içecek kısıtlamaları, elektrik şoku, falaka örnek olarak gösterilebilir. Manevi işkenceye, sürekli olarak ifadesi alınanın veya sorgulananın yüzüne karşı sövme, haykırma, küçük düşürücü davranışlarla korku ve umutsuzluğa düşürme, bedensel işkence tehditlerinin savrulması, annenin gözü önünde kızına tecavüz edilmesi, işkence görenleri seyretmeye ya da seslerini dinlemeye mecbur etmek veya beyaz eziyet örnek olarak gösterilebilr[4]. Elbette hangi hareketlerin işkence niteliğinde olduğunu önceden belirtmek çok güçtür. Her somut olay kendi içinde değerlendirilmelidir.
Ayrıca işkence suçu icrai hareketle işlenebileceği gibi, ihmali hareketle de işlenebilir. Bilindiği üzere ihmali bir hareket ile netice ortaya çıkmışsa, failin bu hareketten sorumlu tutulması için garantör olması gerekir. Yani neticeyi önlemekle yükümlü olmalıdır. Örneğin, karakolda, astlarının bir vatandaşı ölesiye dövdüklerini gören amirin hiç bir şey demeden uzaklaşması gibi…Aynı rütbe veya derece olan kişilerin de bu yönde bir yükümlülüğünün bulunduğunu belirtmek gerekir[5].
Suçun faili kamu görevlisi olabilir. Bu bakımdan işkence suçunun özgü bir suç olduğu söylenebilir[6]. Mağdur ise herkes olabilir. İşkence ile birlikte aşağıda sayılan durumlar gerçekleşebilir.
- Mağdurun Bedensel Yönden Acı Çekmesi: Bu kapsama kişiyi doğrudan doğruya yaralamak maksadıyla gerçekleştirilen hareketler girebileceği gibi, kişiye maddi acı vermeyen, fakat bedensel yönden sıkıntı yaratan bir durum da bu kapsamdadır.
- Mağdurun Ruhsal Yönden Acı Çekmesi, Algılama Yeteneğinin Etkilenmesi: Söz ya da fiili eylemler aracılığıyla mağdurun psikolojisini az ya da çok doğrudan etkilemek suretiyle onun akıl/ruh sağlığını tehlike altına sokan davranışlardır. Örneğin bir kişiye, arkadaşının uğratıldığı işkencenin görüntülerini izlettirmek ve az sonra kendisine sıranın geleceğini söylemek gibi[7].
- Mağdurun İrade Yeteneğinin Etkilenmesi: Kişinin özgür iradesinin, yani seçim yapabilme, düşüncelerini ve bu düşüncelere göre hareket edebilme yetisinin ortadan kaldırılmasıdır.
Ancak ifade ve sorgu esnasında, kişiye kendisinin düştüğü durumunun söylenmesi veya konuşulması zorunlu olan ancak tiksinti ve utanç verici konuların konuşulması işkence kapsamında değelendirilemeyecektir.
D. İŞKENCE İLE BENZER KAVRAMLAR
AİHS, işkencenin net bir tanımını vermemektedir. Belirtmek gerekir ki, AİHS m. 3 “işkence yasağı”nı düzenlemesine rağmen, içeriğinde hem işkencenin, hem insanlık dışı muameleniin hem de aşağılayıcı muamelenin yasaklandığı görülmektedir. AİHS 3. madde üç farklı davranış tipinden bahsetmekte ve AİHM de bunları birbirinden ayırmaktaysa da her davranış tipi açısından mutlak yasak geçerli olduğu için, pratik açıdan bu ayrımın hukuksal sonuçları sınırlı olacaktır[8].
Bununla birlikte bazı AİHM kararları okunduğunda, ihlalin hangi yönden verileceğini kestirmek çok güç olmaktadır. AİHM, AİHS m. 3’ün ihlali sebebiyle yapılan başvurularda; başvuruculara uygulanan şiddete genel olarak kötü muamele demektedir. Bu bakımdan, aşağılayıcı muameleye de kötü muamele denilebilir. Ancak işkence, insanlık dışı muamele ve aşağılayıcı muamele arasında keskin olmasa da bazı farklar mevcuttur.
Fiziki işkence zorunlu olarak kötü muameleyi de içermek zorundadır. Kötü muamelede etki, doğrudan doğruya vücuda olmaktadır. İşkence ise basit bir kötü muameleden daha uzun süreli ve acı vericidir[9]. Kötü muamele, maddi-fiziksel işkence için bir vasıtadır.
AİHS m. 3’te, “Hiç kimse işkenceye veya insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele veya cezaya tabi tutulamaz.” denilmiştir. Yukarıda da belirtildiği üzere madde metninde geçen işkence, insanlık dışı ve aşağılayıcı muamelelerin hepsine kötü muamele demekte bir sakınca yoktur. Kaldı ki AİHM kararlarında işkenceden dolayı bir ihlal kararı verilse bile, yetkililerin başvuruculara yönelik hareketlerine kötü muamele demiştir. Ancak AİHS m. 3’ün ihlali için kötü muamelenin minimum bir ağırlıkta olmalıdır. Bu asgari eşiğin belirlenmesi olayların akışına göre somut olayın tüm unsurlarına bağlı olarak gerçekleştirilir: muamelenin süresi, fiziksel ve manevi etkileri ve bazı durumlarda cinsiyet, yaş ve kurbanın sağlık durumu ve bunun gibi faktörler dikkate alınır[10].
AİHM yeterli yoğunluk ve amaç unsuru taşımaması nedeniyle işkence olarak addedilmeyen kötü muamele insalık dışı veya küçük düşürücü olarak sınıflandırılacağını, AİHS bu kıstasın değerlendirilmesinin de göreceli olduğunu belirtmiştir. Kısacası, işkence kaçınılmaz olarak insanlık dışı ve aşağılayıcıdır ve tüm insanlık dışı muameleler aşağılayıcıdır. Ancak kural mutlak olmakla birlikte sınırları muğlaktır[11].
Denilebilir ki eğer bir davranış, mağdurda korku, acizlik veya değersizlik duygusu uyandırıyor, onun onurunu zedeleyen ve küçük düşüren bir nitelik taşıyorsa aşağılayıcı muamele; bedensel veya ruhsal şiddetli acı meydana getiriyorsa “insalık dışı” muamele sayılır. Buna karşılık “işkence”, her ikisinin nitelikli ve daha ağır biçimi olarak karşımıza çıkmaktadır[12].
İşkence ile insanlık dışı ve aşağılayıcı muamelenin ayrılmasına yarayan bir diğer husus; işkencenin 3 unsurunda kendini gösterir. İşkence için: Çekilen acının yoğunluğu, kast, spesifik bir amacın varlığı aranır[13]. Özellikle çekilen acının yoğunlu noktasında işkence ile aşağılayıcı muameleyi ayırmak; işkence ile insanlık dışı muameleyi ayırmaktan daha kolaydır. Gerçekten, insanlık dışı muamelede de çekilen acı, yoğun manevi ıstırap söz konusudur[14]. İşkence ile insanlık dışı muamelenin ayrıldığı temel noktanın; işkence için özel bir kastın, özellikle acı vermek için belirli eylemlerin şüpheli veya sanık üzerinde gerçekleştirilmesinin gerektiğini düşünmekteyim. Bunun haricindeki istematiklik ve tasarlama unsurunun insanlık dışı muamelede de olabileceği, ancak insanlık dışı muamele için bunun zorunlu bir unsur olmadığı söylenebilir[15].
E. İŞKENCE SUÇUNUN AĞIR CEZA YAPTIRIMI İÇERMESİ GEREKLİLİĞİ
İşkence teşkil eden fiiller, aslında kasten yaralama, hakaret, tehdit, cinsel taciz niteliği taşıyan fillerdir. Ancak bu fiiller, ani olarak değil, sistematik bir şekilde ve belli bir süreç içinde işlenmektedirler.
Yukarıda da belirtildiği üzere bir süreç içinde süreklilik arzeder bir tarzda işlenen işkencenin en önemli özelliği, kişinin psikolojisi, ruh sağlığı, algılama ve irade yeteneği üzerindeki tahrip edici etkilerinin olmasıdır. Bu etkilerin uzun bir süre ve hatta hayat boyu devam etmesi, işkencenin bu kapsamda işlenen fiillere nazaran daha ağır ceza yaptırımı altına alınmasını gerektirmiştir[16].
F. AİHS VE AİHM’E GÖRE İŞKENCE
Ceza hukukunda, yargılama makamının, fiilin fail tarafından yapılıp yapılmadığı hususunda, hukuk düzenince kabul edilen vasıtalarla, tam bir kanaate ulaşmasına yönelik faaliyetine “ispat” denir[17]. “Delil” ise ceza muhakemesinde ispata yarayan araçlardır.
Modern toplumların ceza muhakemesi hukukunda delil serbestliği vardır, yani her şey delil olarak kabul edilebilir. Ancak bir delilin kabul edilebilmesinin şartı hukuka uygun yollarla elde edilmiş olmasına bağlıdır. Hukuka aykırı olarak elde edilen deliller (buna zorlama ile alınan ikrar da dahil) ceza muhakemesinde yasak deliller olarak kabul edilir ve muhakemede kullanılamazlar.
AİHS m. 3 işkence yasağına göre, “Hiç kimse işkenceye veya insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele veya cezaya tabi tutulamaz.”. Bu hüküm, herhangi bir sınırlama nedenine bağlı olmayan, mutlak (sert çekirdekli) bir haktır. İşkenceye veya benzeri muameleye tabi olmama, her insan için dokunulmaz bir haktır. Zira, insan kendi vücudu ve dokunulmazlığı üzerindeki haklar doğal hukuk uyarınca kendiliğinden mevcut olup, hiç bir kimse ve bu arada devlet tarafından tanınmış değildir. Bu itibarla, bu hakka devlet dahil hiç kimse müdahale edemez[18].
AİHS m. 3, niteliği itibariyle devletlere sadece negatif bir yükümlülük, yani işkence etme yasağını yüklemekle kalmaz. Aynı zamanda burada pozitif bir davranış yükümlülüğü de söz konusudur. Zira devletler aynı zamanda yetkileri altında bulunan hiç kimsenin bu tür bir muameleye maruz kalmamasını sağlamak, üçüncü maddeye aykırı muameleleri önleyecek ve cezalandıracak yasaları çıkarmak, önleyemedikleri ihlalleri ise, etkin olarak kavuşturmakla mükelleftir[19].
AİHM’in delil yasakları kriterlerine göre, “Delil elde edilirken şüpheli tuzağa düşürülmemeli, tahrik edilmemeli, kötü muameleye maruz bırakılmamalıdır.”. Çünkü yasak ifade alma usullerinde kişinin özgür iradesi zedelenmekte, çoğu zaman şüphelinin temel hak ve özgürlüğü ihlal edilmektedir. Yasak usullere başvurulmaması ile sadece kişinin temel hak ve özgürlükleri değil, aynı zamanda devletin onurunu da korumaktadır.
G. AİHM’E GÖRE İŞKENCE YASAĞI (AİHS m. 3) İLE İLGİLİ VERMİŞ OLDUĞU BAZI KARARLAR
AİHS’te tanınmış olan hak ve özgürlükleri ihlal edilen herkes, söz konusu ihlal resmi bir hizmetin ifası için davranan kişiler tarafından gerçekleştirilmiş olsa dahi, ulusal bir merci önünde etkili bir yola başvurma hakkına sahiptir (AİHS m. 13).
AİHS veya protokollerinde tanınan haklarının Yüksek Sözleşmeci Taraflar’dan biri tarafından ihlal edilmesinden dolayı mağdur olduğunu öne süren her gerçek kişi, hükümet dışı kuruluş veya kişi grupları AİHM’e başvurabilir. Yüksek Sözleşmeci Taraflar bu hakkın etkin bir şekilde kullanılmasını hiçbir surette engel olmamayı taahhüt ederler (AİHS m. 34).
Mahkeme’ye ancak, uluslararası hukukun genel olarak kabul edilen ilkeleri uyarınca iç hukuk yollarının tüketilmesinden sonra ve iç hukuktaki kesin karar tarihinden itibaren altı aylık bir süre içinde başvurulabilir (AİHS m. 35).
Başvurucunun önemli bir zarar görmemiş olması halinde bireysel başvuruları kabul edilemez bulur. Ancak Sözleşme ve Protokolleri ile güvence altına alınan insan haklarına saygı ilkesi başvurunun esastan incelenmesini gerektirirse bu durumda başvuru dikkate alınır. Ayrıca ulusal bir mahkeme tarafından gereği gibi incelenmemiş hiçbir dava bu gerekçe ile reddedilemez (AİHS m. 35/3-b).
Aşağıdaki kısımda öncelikle AİHM’in işkence yasağı ile ilgili kararları; daha sonrasında ise konuyla ilgili olması sebebiyle, insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele içeren kararlar incelenecektir.
1) İşkence Sayılabilecek Fiiller, Şiddetli Acı ve Istırap Yaratan Ciddiyette ve Acımasız Nitelikte Olması Gerekir (Batı ve Diğerleri/Türkiye, Başvuru No:33097/96 ve 57834/00).
Şubat-Mart 1996 tarihinde yasadışı marksist örgütü olan TKEP/L ( Türkiye Komünist ve Emekçiler Partisi/Leninist) karşı yürütülen polis operasyonu çerçevesinde İstanbul Polisi başvuranları yakalayıp İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesinde sorguya çekmek üzere göz altına almıştır.
Batı, İstanbul EM’de göz altında tutulduğu sırada çeşitli kötü muamelelere maruz kaldığını bildirmiştir. Başvurana bir tek sağlık kontrolü yapılmıştır. Adli Tıp Kurumu doktorunun düzenlediği 19 Şubat 1996 tarihli raporda başvuranın vücudunda yaraların bulunduğunu ve başvuranın omuzlarında ağrılarının olduğunu öne sürdüğünü, dolayısıyla başvurana bir günlük rapor verdiğini belirtmiştir.
Polis tarafından kötü muamele yapıldığı iddiası hakkında AİHM, başvuranların göz altı sırasında birçok götü muamelelere maruz kaldıklarına yönelik yaptıkları şikayetleri belirtmiştir: özellikle asma; devamlı darbeler; su fışkırtma; falaka. Başvuranlar ayrıca uykusuz bırakıldıkları, aşağılandıkları ve ölüm veya tecavüzle tehdit edildikleri yönünde şikayetçi olmuşlardır.
AİHM, başvuranların birçok kötü muamelelere maruz kaldıklarını kabul etmiştir. Aynı şekilde başvuranların birbiriyle uyuşan sözleri ve dosyanın tümü göz önünde bulundurulduğunda AİHM, başvuranların aşağılandığının, günlerce uykusuz bırakıldıklarının ve tıbbi tespit gerektirecek fiziksel iz bırakmayan nitelikteki şiddet gibi kişinin akli dengesini bozacak şiddete maruz kaldıklarının doğruluğunu kabul edebilir.
AİHM, meydana gelen olayların boyutuyla ilgili olarak konuya ilişkin içtihatı ışığında özel bir kötü muamelenin işkence olarak nitelendirilmesi gerektiğine karar vermek için 3. maddenin bu kavram ile insanlık dışı ve aşağılayıcı muamele arasındaki ayrımı göz önünde bulundurmak gerektiğini hatırlatmıştır. Bu ayrım, büyük ve dayanılmaz acıların tartışma konusu bazı insanlık dışı muamelelerin acımasızlığını belirtmek amacıyla AİHS’de yer almaktadır
Ortaya çıkarılan fiiller, başvuranların fiziksel ve moral olarak direncini kırma, onları aşağılama amacı olan korku, endişe ve aşağılık duygusu yaratan niteliktedir. AİHM, bu muamelenin insanlık dışı ve aşağılayıcı nitelikte olduğunu söylemek için yeterli ciddi unsurların olduğunu kaydetmiştir. Her ne olursa olsun, AİHM, özgürlüğü kısıtlanan bir kişi nezdinde, bu kişinin tutumu tam olarak gerekli kılmasa da fiziksel güç kullanılması insan onurunu kırdığını ve prensip olarak 3. madde tarafından güvence altına alınan hakkı ihlal ettiğini hatırlatmıştır. Başvuranların uğradığı “ acı ve ıstırabın” şiddeti konusunda AİHM, “şiddet” niteliğinin bulunmasının “asgari önem” gibi 3. maddenin uygulanması için gerekli olduğuna kanaat getirmiştir; esas itibariyle bu nitelik dava verilerinin tümüne özellikle muamelenin süresi ve fiziksel ve zihinsel etkilerinin yanı sıra bazen cinsiyet, yaş, ve kurbanın sağlık durumuna bağlıdır. Başvuranların göz altı süreleri on bir ve on üç gün olarak değişmektedir.
Bu koşullarda AİHM, bütünüyle ele alındığında ve süresiyle beraber amacı da göz önünde bulundurulduğunda başvuranlara uygulanan şiddetin, “şiddetli” acı ve ıstırap yaratan ciddi ve acımasız nitelikte olduğu kanaatine varmıştır; buradan yola çıkarak bu şiddet AİHS’nin 3. maddesine göre işkence olarak nitelendirilebilir ve sonuç olarak bu hüküm ihlal edilmiştir.
2) Polisin, Gereksiz ve Ölçüyü Aşan Muameleleri İşkence Olarak Değerlendirilebilir (Cestaro / İtalya, Başvuru No: 6884/11 ).
Yirmi yedinci G8 zirvesi, 2001 yılı Temmuz ayında Cenova’da gerçekleştirilmiştir. Bazı sivil toplum kuruluşları, aynı tarihte, söz konusu şehirde alternatif olarak küreselleşme karşıtı bir zirve düzenlemişlerdir. Zirvenin son gününün gecesinde, güvenlik güçleri, delil toplamak ve şiddet eylemlerinden sorumlu bir grubun üyelerini yakalayabilmek amacıyla, “yetkili” göstericilerin geceleri sığınmak maksadıyla kullandıkları iki okulda arama yapılmasına karar vermiştir. Operasyonda yaklaşık 500 polis memuru görev almıştır.
Güvenlik güçleri, başvuranın sığındığı okulun kapılarını kırdıktan sonra, bazıları yerde yatar veya oturur vaziyette bulunan mağdurlara bir taraftan bağırıp tehditler savururken, diğer taraftan da içeride bulunanlara yumruk, tekme ve coplarıyla vurmaya başlamışlardır. Binada bulunanlardan bazıları saldırının sesine uyanmış ve hala uyku tulumlarındayken darp edilmişlerdir. Bazıları ise, teslim olduklarını gösterecek şekilde ellerini kaldırmış ve kimliklerini ibraz etmişlerdir. Bazıları da kaçmaya, tuvaletlere veya depolara saklanmaya çalışmış, ancak yakalanmış, dövülmüş ve bazen de saklandıkları yerlerden saçlarından çekilerek çıkarılmışlardır. Polis geldiğinde, o tarihte 62 yaşında olan başvuran, sırtı duvara yaslanmış ve ellerini kaldırmış vaziyette oturmaktaydı. Başvuran, özellikle de baş, kol ve bacak bölgelerine darbe almış ve vücudunda birden fazla kırık meydana gelmiştir. Başvuran, hastanede ameliyata alınmış ve dört gün boyunca hastanede kalmıştır. 40 günden uzun bir süre boyunca geçici olarak iş göremez hale gelmiştir. Vücudundaki yaralanmalar hiçbir zaman tam olarak iyileşmemiştir. Neticede, sağ kol ve sağ bacağında kalıcı güçsüzlük meydana gelmiştir.
Savcılık tarafından başlatılan soruşturmanın ardından, 30 polis memuru yargılanmıştır. Başvuran, davaya müdahil olmuştur. Bazı suçlar zamanaşımına uğramıştır. Ceza indirimlerinin ardından fiilen infaz edilen hapis cezası süresi üç ay ile bir yıl arasında olup, bu cezalar, sadece kötü muameleyi ve hukuka aykırı yakalama işlemini haklı kılmaya teşebbüs edildiği gerekçesiyle verilmiştir. Hiç kimse, tek başına kötü muamele nedeniyle mahkûm edilmemiştir.
Bu durumda, okulun polis tarafından basıldığı sırada uygulanan kötü muamelenin ağırlığı, gösteriler sırasında meydana gelen çeşitli çatışmalardan kaynaklanan son derece gergin ortam veya kamu düzeninin korunması konusundaki belirli gereklilikler ışığında göreceli olarak değerlendirilemez. Okulun basılması sırasında Sözleşme’nin 3. maddesinden doğan değerlerin korunması koşuluna uygun olmayan operasyon taktiklerinin benimsenmiş olması kabul edilemez.
Yukarıda belirtilen hususlar dikkate alındığında, polisin okulu bastığı sırada başvuranın maruz kaldığı kötü muamele, Sözleşme’nin 3. maddesi kapsamında “işkence” olarak değerlendirilmelidir.
3) Eğitim Kurumlarında Çocuklara Yönelik Cinsel İstismar Eylemleri İşkence Kapsamında Değerlendirilebilir (O’Keeffe/İrlanda, Başvuru No: 35810/09).
Başvurucu Bayan Louise O’Keeffe, İrlanda vatandaşıdır. 1968 tarihinden itibaren İrlanda’nın Cork ve Ross Psikoposluk bölgesine bağlı, Katolik (dini) ağırlıklı eğitim veren bir devlet okulunda ilkokul eğitimine başlamıştır.
1973’ün ortalarından itibaren uğradığı cinsel istismar ile yaşadığı psikolojik sorunlar arasındaki bağlantıyı fark eden Bayan O’Keeffe, 1990’larda L.H. tarafından taciz edilen öğrencilerin şikâyeti üzerine açılan ceza soruşturması sırasında (1997) polise başvurarak şikâyette bulunmuştur. Bu arada L.H., 21 öğrenciye, toplamda 386 cinsel istismar yaptığı iddiasından yargılanmış ve 1998 yılında hapis cezasına çarptırılmıştır.
İrlanda okullarında 1930’lardan 1970’li yıllara kadar çok sayıda cinsel istismar olaylarının yaşandığına dair somut veriler olduğu istatistiklerle doğrulanmaktadır. Tüm bunlara rağmen İrlanda devleti, bu sorumluluğu okul idarelerine bırakmış ve bunları kontrol edecek etkin mekanizmalar da kuramamıştır.
İrlanda okullarında, devlet tarafından görevlendirilen müfettişler tarafından denetlenebilmekte, fakat yapılan bu denetim, öğrencilere yapılan kötü muamelelerin araştırılmasından çok, eğitim sisteminin kalitesine odaklanan bir yönelim göstermektedir. Örneğin başvuru konusu olayın yaşandığı okula 1969-1973 yılları arasında müfettişler tarafından altı ziyaret yapılmasına rağmen, L.H. hakkında herhangi bir işlem yapılmadığı anlaşılmaktadır. Bununla birlikte LH hakkında 400’e yakın şikayet olmasına rağmen 1995 yılında emekli oluncaya kadar bu şikayetlere dair etkin bir adım atılmadığı da ayrıca not edilmelidir.
Tüm bu anlatılanlar ışığında Mahkeme, başvurucunun yaptığı şikâyetler ve ayrıca başvurucudan sonra L.H. hakkında yapılan diğer cinsel istismar şikâyetleri sonucunda İrlanda hükümetinin, çocukların korunmasına dair yükümlülüğünü yerine getiremediği için Sözleşme’nin işkence yasağını düzenleyen 3. maddesini ihlal edildiğine hükmetmiştir.
4) Sözleşmeye Taraf Devletler, Yetki Sınırları İçinde m. 3’ten Dolayı Sorumlu Olacakları Gibi, Kişinin Başka Bir Ülkeye Teslimi Sonucunda m. 3 İhlalinden de Sorumlu Olması Gerekir (El-Masri/Eski Yugoslav Makedonya Cumhuriyeti, Başvuru No: 39630/09 ).
Alman vatandaşı olan başvurucu 31 Aralık 2003 tarihinde otobüsle Skopje’ye gittiğini iddia ediyor. Makedonya sınırında, ona daha yeni verilmiş olan Alman pasaportundan şüphe edilmiştir. Makedonya otoriteleri başvurucuyu çeşitli İslami örgüt ve gruplarla olan muhtemel bağları üzerine sorgulamışlardır. Başvurucu daha sonra Skopje’de bir otel odasına götürülmüş ve orada yirmi üç gün tutulmuştur. Tutukluluk süresi boyunca sürekli bir şekilde gözetim altında kalmış ve birçok sefer sorgulanmıştır. Almanya Büyükelçiliğiyle bağlantıya geçmesine izin verilmemiştir. Bir gün gitme niyetinde olduğunu söylediğinde kafasına bir silah dayanmış ve öldürülmekle tehdit edilmiştir. Başvurucu hapsedilmesinin on üçüncü gününde yasadışı bir şekilde tutulmasını protesto etmek amacıyla açlık grevine girmiştir. Başvurucu 23 Ocak 2004 tarihinde, kelepçeli ve gözleri bağlı bir şekilde, arabayla Skopje havalimanına götürülmüştür.
Havalimanında başvurucu bir odaya koyulmuş ve orada maskeli birçok adam tarafından dövülmüştür. Zorla soyulmuş ve bir objeyle düzülmüştür. Başvurucuya zorla bir fitil sokulduktan sonra, ona bir kundak ve kısa kollu koyu mavi bir eşofman giydirilmiştir. Zincirlenmiş ve kukuleta giydirilmiş ve böylece tam bir duyusal izolasyona maruz bırakılmış olan başvurucu, Makedonya güvenlik güçleri tarafından etrafı sarılmış olan bir CIA uçağına zorla bindirilmiştir. Başvurucu bir kere uçağa girdikten sonra yere atılmış, bağlanmış ve kendisine zorla sinir yatıştırıcı ilaç verilmiştir. Uçak başvurucunun beş ay boyunca tutuklu kaldığı Kabil’e (Afganistan) ininceye kadar başvurucu bu pozisyonda kalmıştır.
Başvurucu CIA’nin özel bir teslim etme ekibinin elinde olmuş olsa da, ihtilaflı fiiller savunmacı Devlet memurlarının huzurunda ve bu Devletin yetki alanı içerisinde gerçekleştirilmiştir. Makedonya otoriteleri başvurucunun 3. maddeye aykırı muamelelere maruz bırakılması yönünde gerçek bir risk bulunduğunu biliyorlardı ya da bilmeleri gerekiyordu.
CIA ajanlarına olağandışı teslim etme ile operasyonu boyunca ve bu operasyon sonucunda başvurucunun maruz bırakıldığı işkence ve insanlık dışı ve onur kırıcı muameleler nedeniyle AİHS m. 3 ihlal edilmiştir.
5) İtiraf Elde Edebilmek İçin Devlet Görevlilerince Yapılan Kötü Muameleler İşkence Kapsamında Değerlendirilir (Öktem/Türkiye, Başvuru No: 74306/01 ).
Başvuranlar sırasıyla 1956 ve 1954 doğumludur ve İstanbul’da ikamet etmektedir. Üsküdar Paşakapısı İlkokulu’nda öğretmen ve Eğit-Sen üyesi başvuranlar 26 Şubat 1997 tarihinde İstanbul Emniyet Müdürlüğü terörle mücadele şubesine bağlı ekipler tarafından TKEP/L’ye karşı yürütülen operasyon kapsamında tutuklanarak gözaltına alınmıştır.
Başvuranlar 3 Mart 1997 tarihinde Haseki Hastanesi acil servisinde muayeneden geçirilmiş, (aynı gün hazırlanan iki sağlık raporunda ilgililerin genel sağlık durumlarının iyi olduğu belirtilmiş, Mahmut Öktem’de el hareketlerinde yavaşlama ve kaval kemiklerinde ekimozlara rastlanırken Memnune Öktem’in vücudunda hiçbir şiddet izine rastlanılmamıştır. Başvuranlar 6 Mart 1997 tarihinde İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi yetkili hakimi karşısına çıkarılmış, burada aynı gün serbest bırakılmıştır. Başvuranlar 24 Mart 1997 tarihinde gözaltından sorumlu polisler hakkında insanlık dışı muamele uyguladıkları ve işkence yaptıkları gerekçesiyle şikayette bulunmuştur.
A. Memnune Ökteın hakkında, AİHM, 3. maddenin uygulanma alanına girebilmesi için dile getirilen kötü muamele iddialarının özü itibariyle asgari bir düzeye ulaşması gerektiğini hatırlatmaktadır.
B. Mahmut Öktenı hakkında, AÎHM, doktorlar tarafından düzenlenen sağlık raporlarının başvuranın gözaltı sonunda ciddi emareleri ortaya koyduğunu, Mahkeme huzurunda bunların daha önceki döneme ait olduğunu gösterir hiçbir hususun yer almadığını hatırlatmaktadır. Kaldı ki, tarafların ulusal mahkemeler önündeki ceza sürecinde sunmuş oldukları kanıt unsurları ve başvuramn AİHM’ye ilettiği, polislerin uyguladıkları şiddetin yoğunluğunu belirtir emareler birbiriyle uyuşmaktadır. Dava dosyasında yer alan kanıtlar ışığında ve iç hukuktaki mahkemelerle aynı doğrultuda AİHM, M. Öktem’in çeşitli şekillerde kötü muameleye maruz kaldığım kaydetmektedir. Ayrıca AİHM, İstanbul ağır ceza mahkemesinin sözkonusu eylemlerin yoğunluğu ve Devletin görevlilerinin görevlerini ifa ettikleri sırada itiraf ettirmek ve suçlamalara yol açan olaylar hakkında bilgi edinmek amacıyla kasten uyguladıkları muameleler doğrultusunda M. Öktem’e uygulanan fiilleri işkence olarak nitelendirdiği tespitini yapmaktadır.
6) Gözaltına Karşı Direnç Gösterilmesi Halinde, Amacın Gerçekleştirilmesi İçin Yapılan Orantılı Müdahale İşkence Kapsamında Değerlendirilemez. Ancak Etkili Soruşturmanın Yapılmaması Usul Yönünden AİHS m. 3’ün İhlalidir (Tüzün/Türkiye, Başvuru No: 24164/07).
3. maddenin esası yönünden; Mahkeme, olayla ilgili tüm bilgi ve belgeler ile başvurucu, polisler ve tanıkların ifadeleri dikkate alınarak karar verilen başvurucunun yargılandığı ve mahkûm olduğu dava dosyası ile disiplin soruşturması evrakını esas alarak yaptığı değerlendirmede, başvurucu ve polislerin ayrı ayrı yaralanmış olmalarını, bu yaralanmaların yüzeysel olmasını, mevcut yaralanmaların başvurucunun değil, polislerin iddialarıyla uyumlu olmasını, dolayısıyla gözaltına direnmeye orantılı müdahale edilmiş olmasını dikkate alarak AİHS’nin 3. maddesinin esas yönünden ihlal edilmediği sonucuna varmıştır.
3. maddenin usul güvenceleri yönünden ise Mahkeme, AİHS’nin 3. maddesi kapsamında, “ileri sürülebilir” bir kötü muamele iddiası ve buna ilişkin “makul şüphe” varsa ulusal makamların etkili bir soruşturma yapmakla yükümlü olduklarını hatırlatmış, başvuru konusu olayda, başvurucunun yargılandığı dava ile disiplin soruşturmasında tüm bilgi ve belgeler toplanmasına ve ilgili kişiler dinlenmesine rağmen, başvurucunun kötü muamele iddiasına ilişkin cezai soruşturmanın bunlardan önce yapılıp ilgili kişiler dinlenmeden tamamlandığını belirtmiş, etkili soruşturma yapılmayarak AİHS’nin 3. maddesinin usul yönünden ihlal edildiğine ve manevi zarar karşılığı tazminat ödenmesine karar vermiştir
7) Uğradığı Kötü Muamele Sonucunda Kişide Fiziksel İz Kalması Mecburi Değildir. Kötü Muamelenin, Kişinin Psikolojisi Üzerindeki Etkilerinin De Araştırılması Gerekir (Daşlık/Türkiye, Başvuru No: 38305/07).
Başvuran, 27 Şubat 2002 tarihinde Diyarbakır’daki meskeninde arama yapıldığını ve yapılan aramanın sonunda yakalanıp, Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele nezarethanesinde gözaltında tutulduğunu ifade etmektedir. Başvuran, sicil numaraları sorgu tutanağında belirtilen iki polis tarafından 28 Şubat 2002 tarihinde sorguya alınmıştır. Bu sorgu PKK’nın (yasadışı silahlı örgüt Kürdistan İşçi Partisi) ve 11 Mayıs 1994 tarihinde kurulan ve Anayasa Mahkemesi tarafından 13 Mart 2003 tarihinde feshedilen siyasi parti HADEP’ in (Halkın Demokrasi Partisi) eylemlerine ilişkin açılan bir soruşturma kapsamında yapılmıştır .
Başvuran, sorgu için ayrılmış bir bölümde gözleri bağlı olarak sorgulandığını ifade etmektedir. Polislerin boğazını sıktığını ve zorla itiraf ettirmek için başını duvara vurduklarını iddia etmektedir. Polisler aynı zamanda onun giysilerini soymuşlar ve ona hakaret etmişlerdir. İddiasına göre iki polis özellikle onu yere yatırmış ve biri başvuranın sırtına ayağıyla basmıştır. Ardından onu iyice döverek saçlarını çekmişlerdir. Başvuran, sorgulama bölümüne varışından itibaren bel bölgesinde bir akıntı hissettiğini, dolayısıyla tuvalete gittiğini ve külotunun tamamen kan olduğunu tespit ettiğini ileri sürmektedir. Başvuran, bir polise anormal bir durum olduğunu bildirdiğini, ardından tekrar sorgulama bölümüne götürüldüğünü, fiziksel ve psikolojik olarak baskı gördüğünü ve aşağılandığını ifade etmektedir.
Başvuran, 28 Şubat 2002 tarihinde önce vajinal kanaması nedeniyle Diyarbakır Devlet Hastanesine sevk edilmiştir.
Ağır ceza mahkemesi 6 Ekim 2004 tarihli bir karar ile yeterli delil bulunmaması nedeniyle polisleri beraat ettirmiştir. Mahkeme, ilk olarak Sözleşme’nin 3. maddesinin ihlal edildiğini iddia eden şahısların, söz konusu ilkelerle somutlaşan karineden yararlanmak için daha önce polis ya da eşdeğer bir makamın elinde bulundukları halde kendilerinde kötü muamele izleri bulunduğunu göstermeleri gerektiğini hatırlatmaktadır.
Mahkeme, incelemesine tabi tıbbi raporları ve ağır ceza mahkemesinin kanaatini dikkate alarak, söz konusu sorunların Doktor U.D.’nin başvurana belirttiği gibi farklı nedenleri olabileceğini ve başvuranın 28 Şubat 2002 tarihinde sorgulanırken maruz kaldığını iddia ettiği kötü muamelelerle mecburen orantılı olmayacağını kabul etmektedir. Mahkeme, başvuran tarafından tarif edildiği şekilde kötü muamelelerin –bilhassa başına aldığı darbelerin- olaylardan uzun zaman sonra bile gözle görülür bazı neticeler bırakabilecek nitelikte olduklarını değerlendirmektedir. Hâlbuki farklı birden fazla doktor tarafından düzenlenen 1, 4 ve 12 Mart 2002 tarihli tıbbi raporların hiçbirinde bu durumdan bahsedilmemiştir.
Bunun yanı sıra İnsan Hakları Vakfı Temsilciliği tarafından düzenlenen iki rapor, kötü muamele iddiaları ve bu teşhis arasında herhangi bir bağ tespit etmeksizin ilgilinin post travmatik stresten kaynaklanan rahatsızlıktan muzdarip olduğunu açıklamakla yetindikleri ölçüde inandırıcı olmaktan uzaktırlar. Mahkeme bu nedenle Sözleşme’nin 3. maddesinin esas yönünden ihlal edilmediği sonucuna varmıştır.
Son olarak, Mahkeme, başvuranın taleplerine rağmen, ne sintigrafik bir tetkik ne de post travmatik tetkik yapılmadığını gözlemlemektedir. Mahkeme bu eksikliklerden, Sözleşme’nin 3. maddesinin esası yönünden herhangi bir sonuç çıkarmasa bile, ağır ceza mahkemesinin, daha derin yapılan bazı araştırmaların sanıklar yönünden farklı sonuçlara götüremeyeceğine ilişkin argümanıyla da ikna olmamıştır. Aslında Adli Tıp Kurumu, 1 Mart 2002 tarihli raporunda, doktorun, başvuranın depresyon geçirdiğini belirtirken, 12 Nisan 2002 tarihli raporunda, ilgilinin psikolojik durumunun kötü muamele mağduru bir kişinin durumuna benzeyip benzemediğini hiçbir şekilde araştırmamıştır.
Bu nedenle Mahkeme, ulusal makamların başvuranın suç duyurusunun ardından etkili bir soruşturma yürütmediklerini değerlendirmektedir. Dolayısıyla Mahkeme, Sözleşme’nin 3. maddesinin usul yönünden ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Sözleşme’nin 3. maddesinin esas yönünden ihlal edilmediğine; Sözleşme’nin 3. maddesinin usul yönünden ihlal edildiğine karar vermiştir.
8) Gözaltındaki Yaralanan Kişinin Uzun Süre Hastaneye Götürülmemesi İşkence Kapsamında Değerlendirilebilir (İlhan/Türkiye, Başvuru No: 22277/93).
Başvurucu gözaltına alınırken tekmelenmesi, dövülmesi, en az bir kere kafasında tüfekle vurulması ve ağır yaralanmasına rağmen otuz altı saat süreyle hastaneye götürülmemesi olayında kötü muamelenin ağırlığı ve gerekli tıbbi özenin uzun süre gösterilmemesi hususları bir arada dikkate alınarak, bu davranışların “işkence” oluşturduğuna Mahkemece kanaat getirilmiştir.
9) Kişinin İşkenceye Uğrama Tehlikesinin Olduğu Ülkeye Geri Gönderilmemesi Gerekir. Böylesi Ciddi Tehlikenin Olduğu Durumlarda Gönderilecek Ülkenin Garanti Vermesinin İhlal Konusunda Bir Etkisi Olmayacaktır. (Saadi/İtalya, Başvuru No: 37201/06 )
Başvurucu Tunus vatandaşıdır. 2001’de, İtalya’da oturma izni almıştır. 2002’de uluslararası terörizm şüphesiyle yakalanıp tutuklanmıştır. 2005’te, suç işlemek amacıyla örgüt kurma, evrakta sahtekârlık ve yataklık etme suçundan bir İtalyan ağır ceza mahkemesi tarafından hapis cezasına çarptırılmıştır.
Ancak, İçişleri Bakanı, uluslararası terörizmle mücadeleyle ilgili mevzuata dayanarak, başvurucunun Tunus’a gönderilmesini emretmiştir. Başvurucu politik sığınma talebinde bulunmuş ancak bu talebi reddedilmiştir. AİHM, iç tüzüğünün 39. maddesine (geçici tedbir) dayanarak, İtalya Hükümeti’nden yeni bir emre kadar başvurucunun sınır dışı edilme kararının yürütülmesinin durdurulmasını istemiştir.
AİHM terörizm tehlikesi ve devletlerin vatandaşlarını terörist şiddetten koruma konusunda karşılaştıkları zorlukları küçümsememektedir. Ancak, bir kişinin kötü muameleye maruz kalma riski ile bu kişinin sınır dışı edilmemesi durumunda toplum için oluşturacağı tehlikeyi dengelemek mümkün değildir. Bu kişinin toplum için oluşturacağı tehlikenin büyüklüğü onun sınır dışı edilmesi durumunda zarar görme riskini hiçbir şekilde düşürmemektedir.
AİHM, Human Rights Watch ve Af örgütünün, içinde kaygı verici bir durum tasvir ettikleri ve sonuçlarının Amerika Birleşik devletleri’nin bir raporu tarafından da doğrulandığı, Tunus’la ilgili raporlarını dikkate almaktadır. Bu raporlar terörizmle suçlanan insanların sistematik olarak işkence ve kötü muamele gördüklerini gösteren birçok örnek vermektedirler. Bu raporlara göre, Tunus’ta, genellikle gözaltında olmak üzere, tavana asma, tecavüzle tehdit, elektrik verme, kafanın suya batırılması, kaba dayak ve vücutta sigara söndürme gibi çeşitli muameleler görülmektedir. İşkence ve kötü muamele iddiaları yetkili Tunus makamları tarafından incelenmemekte, bu makamlar sistematik olarak baskıyla alınan ikrarlara dayanarak mahkûmiyet kararları vermektedir.
Ayrıca Tunus makamları İtalya Hükümeti tarafından talep edilen diplomatik güvenceleri sunmamışlardır. Tunus Dışişleri Bakanı’nın sözlü notunda ifade edilen tutukluların haklarını korumaya alan ulusal kanunların varlığı ve ilgili uluslararası antlaşmaların kabul edilmiş olması, bu olayda olduğu gibi güvenilir kaynakların AİHS’ye açıkça aykırı olan uygulamalardan bahsettiği bir durumda, kötü muamele ihtimaline karşı yerinde bir koruma sağlamaya yetmemektedir. Son olarak, Tunus makamları talep edilen diplomatik güvenceleri vermiş olsalardı bile, bu durum AİHM’yi, bu güvencelerin AİHS tarafından yasaklanan muamelelere maruz kalma riskine karşı başvurucunun korunması için yeterli bir garanti sunup sunmadığını incelemekten muaf tutmayacaktı.
Sonuç olarak, başvurucunun Tunus’a gönderilmesi kararının uygulanması AİHS m. 3’ün ihlaline neden olacaktır[20].
10) Ağır Şekilde Uygulanan, Şiddet İçeren Eylemler AİHS m. 3’ün İhlali Anlamını Taşır. AİHS m. 3 ile m. 13 Arasındaki Bağlantı Göz Ardı Edilemez (Tekin/Türkiye, Başvuru No: 22496/93).
Başvuran, Derinsu jandarma karakolunda gözleri bağlı bağlı olduğu halde tecavüzkar şekilde sorgulanırken, tacize uğradığını ve ölümle tehdit edildiğini, dört gün boyunca sıfır derecenin altında, yataksız , battaniyesiz, yiyecek ve içecek verilmeden ve bütün bunlar jandarmaca tek böbrekli olduğunun bilinmesine rağmen yapıldığını iddia etmiştir. Derik Jandarma Karakolunda tekrar gözleri bağlanmış, elbiseleri çıkarılarak soğuk suya tutulmuş, ayaklarının tabanına ve vücuduna copla vurulmuş el ve ayak parmaklarına elektrik verilmiştir. iddia etmiştir.
Mahkeme, Sözleşmenin 3.maddesinde güvence altına alınan hakkın 13.maddeyle de ilintisi bulunduğunu hatırlatır. Bir kişinin Devletin memurunca ağır bir kötü muameleye veya işkenceye maruz bırakıldığına dair bir iddiası varsa, “etkili başvuru yolu” terimi uygun görüldüğünde tazminat ödenmesi yanında, müştekinin etkili bir şekilde katılılımıyla sorumluların belirlenerek cezalandırılmalarını sağlayacak tam ve etkili bir soruşturmayı kapsar.
AİHM, başvuranın tutulduğu şartlar ve vücudunda yara ve bere bırakacak şekilde davranılmış olması, bu maddenin içeriğine göre gayrı insani ve aşağılayıcı muamele olarak değerlendirilmektedir.
11) Hapishane Koşulları İnsanlık Dışı Muameleye, Dolayısıyla AİHS m. 3’ün İhlaline Davetiye Çıkarabilir (Kalashnikov/Rusya, Başvuru No: 47095/99 ).
Mahkeme, ilk olarak başvurucunun tutulduğu hücrenin boyutlarının 17 m2 (başvurucuya göre) ile 20.8 m2 (Hükümete göre) arasında olduğunu belirtmektedir. Hücre, ranzalarla donatılmış ve 8 kişi için dizayn edilmiştir. Bu barınma yerinin kabul edilebilir standartlara ulaşmış olup olmadığı sorgulanabilir.
Mahkeme, bu konuyla bağlantılı olarak bir tutulma hücresinin “Avrupa İşkenceyi ve İnsanlık dışı ya da Onur Kırıcı Ceza ya da Davranışları Önleme Komitesi”nin (CPT) her hükümlü ya da tutuklu için yaklaşık 7 m2 olmasını arzu edilir bulduğunu hatırlatmaktadır. Bu durum AİHM’e göre insanlık dışı muamele kapsamında değerlendirilmektedir.
12) Cezaevi Koşullarının Kötü Olması, İnsanlık Dışı ve Aşağılayıcı Muamele Kapsamında Değerlendirilebilir (Harakchiev ve Tolumov – Bulgaristan Başvuru No: 15018/11 61199/12).
İki başvurucu müebbet hapis cezası çekmektedir ve bunlardan ilkininki hafifletilebilen, ikincisininki hafifletilemeyen müebbet hapis cezasıdır. Her iki başvurucu da müebbet mahkumlarına uygulanan, günün büyük bir kısmında sürekli olarak kilitli tutulan hücrelerde hapsedilmeyi ve diğer mahkumlardan tecridi içeren katı bir cezaevi rejimine tabi tutulmuşlardır.
Başvurucular, hapsedildikleri bütün süre boyunca, sürekli olarak kilitli tutulan hücrelerde ve cezaevi nüfusunun geri kalanından tecrit edilerek tutulmuşlardır. Diğer mahkumlarla hatta kendileriyle aynı birimde konaklayanlarla dahi etkileşim kuramadan, günde 21-22 saat, hücrelerinde kapalı tutulmuşlardır.
İki başvurucunun da böylesine katı tedbirleri gerektirecek düzeyde tehlikeli olarak değerlendirilmelerini sağlayacak hiçbir delil bulunmamaktadır. Gerçekten de başvurucuların tecrit edilmesi, onların davranışlarından kaynaklanan güvenlik endişelerinden ziyade, büyük ölçüde, cezaevi rejimini düzenleyen iç hukuk hükümlerinin otomatik uygulamasından kaynaklanmış gibi durmaktadır. Ayrıca başvurucuların açık hava egzersizi ve diğer makul faaliyetlere sınırlı erişimleri vardır ve hücrelerinden çıkmalarına günde yalnızca üç kez tuvalete gitmek üzere izin verildiği için, kova kullanmak zorunda kalmaktadırlar.
Böylece tutulma koşulları ve tutulma sürelerinin (sırasıyla 12 ve 14 yıl) kümülatif etkisinin bir sonucu olarak başvurucuların çektikleri sıkıntı ve zorluk, tutulmaya içkin olan kaçınılmaz ıstırap düzeyini aşmıştır ve 3. maddenin ihlali için gereken asgari ağırlık düzeyinin ötesine geçmiştir. İnsanlık dışı ve aşağılayıcı muamele oluşturmuştur.
13) Duygusal Yönden Tecrit Edilmedikçe, Kişinin Tek Başına Cezaevinde Kalması AİHS m. 3’e Aykırı Değildir (Öcalan/TÜRKİYE, Başvuru No: 46221/99).
Mahkeme, başvuranın İmralı’da tek başına tutulmasını, güvenlik gerekçelerinin bunu gerektirmesi ve Öcalan’ın tam anlamıyla (duyusal yönden) tek başına tecrit edilmiş olmaması; kitap, radyo, gazeteye sahip olması, avukat ve doktorla periyodik olarak görüşme imkanına sahip olması gibi nedenlerle, başvuranın İmralı Adası’ndaki tutukluluk koşullarına ilişkin olarak AİHS’nin 3. maddesinin ihlal edilmediğine oybirliğiyle karar vermiştir.
14) Bir Tokat Dahi İnsan Onurunu Zedeleyici Niteliktedir ve AİHS m. 3’e Aykırı Kabul Edilebilir (Bouyid/Belçika, Başvuru No: 23380/09).
Söz konusu zamanda biri küçük iki erkek kardeş olan başvuranlar, ilgili olmadıkları olaylarla bağlantılı olarak polis tarafından ayrı ayrı sorgulanmışlardır. Her iki başvuran da polis memurlarının birer kez yüzlerine tokat attığını iddia etmiştir. Başvuranlar şikâyette bulunmuş ve katılan taraf olarak müdahil olmak üzere başvuruda bulunmuşlardır; fakat açtıkları davalarda olumlu sonuç elde edememişlerdir.
Hükümet, tokat atıldığını inkâr etmekle yetinmiştir. Dava dosyasından, her bir tokatın, saygısızlık olarak algılanan bir tutuma karşı dürtüsel bir eylem olduğu anlaşılmaktadır ve bu durum, bu tür bir fiziksel gücün kullanılmasının muhakkak gerekli olduğunu ortaya koymak için yeterli olmamıştır. Sonuç olarak, başvuranların onuru zedelenmiş ve dolayısıyla Sözleşme’nin 3. maddesi ihlal edilmiştir.
Mahkeme, bir polis memurunun tamamen kendi kontrolü altındaki bir kişiye tokat atmasının söz konusu kişinin onuruna karşı ciddi bir saldırı teşkil ettiğini vurgulamıştır.
Yüze atılan bir tokatın, kişinin vücudunun, toplumsal kimliğini ortaya koyan ve diğer kişilerle iletişim için kullanılan görme, konuşma ve duyma gibi duyularının merkezinde bulunan bir bölümünü etkilemesi dolayısıyla tokat atılan kişi üzerinde önemli ölçüde etkisi bulunmaktadır.
3. madde anlamında aşağılayıcı bir muamelenin varlığı için mağdurun kendi gözünde küçük düşürülmüş olmasının da yeterli olabileceği dikkate alındığında, bir tokat, her ne kadar münferit, kasıtsız olsa veya atıldığı kişi üzerinde herhangi bir ciddi veya kalıcı etkiye sahip olmasa da, tokata maruz kalan kişi tarafından küçük düşürülme olarak algılanabilir.
Polis memurlarının kendi kontrolleri altında bulunan kişilere tokat atmaları, üstünlük/alçaklık ilişkisini vurgulamaktadır. Mağdurun bu tür bir eylemin hukuka aykırı olduğunu, memurların ahlak ve meslek etiğinin ihlalini teşkil ettiğini ve kabul edilemez olduğunu biliyor olması, mağdurlarda ayrıca keyfi muameleye ve adaletsizliğe maruz kaldıkları ve güçsüz oldukları hissini uyandırabilmektedir.
Son olarak, birinci başvuran söz konusu zamanda bir küçüktü. Görevlerini yerine getirdikleri sırada küçüklerle irtibat kuran kolluk kuvvetlerinin, bu kişilerin küçük yaşta olmaları dolayısıyla savunmasız oldukları hususunu gereğince dikkate alması büyük önem arz etmektedir. Polisin küçüklere karşı bir davranışı, yetişkinler için kabul edilebilir olarak değerlendirilebilse de, sadece söz konusu olan kişilerin küçük olması dolayısıyla Sözleşme’nin 3. maddesinin gerekliliklerine uygun olmayabilir. Dolayısıyla, kolluk kuvvetlerinin küçüklerle muhatap olurken daha fazla dikkat ve irade göstermesi gerekmektedir.
15) Anlık Gerginlikler Nedeniyle Atılan Dayak, İşkence Kapsamında Değerlendirilemez (Krastanov/ Bulgaristan, Başvuru No: 50222/99).
Yakalama ve gözaltı sırasında kolluk görevlileri tarafından, özgürlüğünden yoksun tutulan kimseye kısa süreli gerginlikler vesilesiyle dayak atılması durumlarında, itiraf elde etme gibi durum ağırlaştırıcı faktörler yoksa madde ihlal edilmiş olmakla birlikte işkenceden söz edilemez
16) Sanıkların Mahkeme Önündeki Yargılama Esnasında Kafeste Tutulmaları Aşağılayıcı Muamele Kapsamındadır (Svinarenko ve Slyadnev/Rusya, Başvuru No: 32541/08 43441/08).
Her iki başvurucuya da, aralarında soygunun da bulunduğu suçlar isnat edilmiştir. Yargılama sırasında mahkeme önüne çıkarıldıklarında, yaklaşık 1,5-2,5 metre boyutunda, dört tarafı metal çubuklarla çevrilmiş ve tel tavandan oluşan bir kafesin içerisinde tutulmuşlardır.
Büyük Daire bu bağlamda kafes kullanımının 3. madde kapsamında hiçbir şekilde haklı kılınabileceği kanaatinde değildir. Her halükârda, haklı kılınabilseydi dahi Hükümet’in başvurucuların güvenlik açısından bir tehdit oluşturduğu iddiası kanıtlanamamış durumdadır.
Mahkeme, Sözleşme’nin özünün insanlık onuruna saygı olduğunu ve birey olarak insanları koruyan bir belge olan Sözleşme’nin hedef ve amacının, Sözleşme hükümlerini Sözleşme’de yer alan güvenceleri pratik ve etkili kılacak şekilde yorumlamak ve uygulamak olduğunu tekrarlamaktadır. Objektif olarak bu muamelenin aşağılayıcı doğası göz önüne alındığında, bir kişiyi bir yargılama sırasında metal kafeste tutmak tek başına insanlık onuruna yönelik bir hakaret teşkil etmektedir. Dolayısıyla, başvurucuların mahkeme salonunda metal bir kafeste tutulmaları, 3. maddeyi ihlal eder nitelikte aşağılayıcı muamele teşkil etmektedir.
17) Gözaltı Esnasında Şüphelinin Yaralanması Kötü Muameledir Ve AİHS m. 3’ün İhalidir (Mehmet Emin Yüksel/Türkiye, Başvuru No: Başvuru No. 40154/98).
Başvuran 1972 doğumlu olup Diyarbakır’da yaşamaktadır. Başvuran olaylar esnasında Dicle Üniversite Tıp Fakültesinde öğrenci idi. Başvuran 4 Nisan 1997 tarihinde yakalanmış ve Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü’nden polislerce gözaltına alınmıştır. Yasadışı örgüt YEKBUN’a üye olmakla suçlanmışlardır.
Başvuran sorgulama esnasında gördüğü kötü muamele sonucunda vücudunda ödem oluştuğunu, burnunda çürükler oluştuğunu ve bir dişinin kırıldığını ileri sürmüş Hükümet ise başvuranın uykusuzluktan dolayı düşerek başını lavaboya çarptığını ileri sürmüştür.
6 Nisan 1997 tarihinde başvuran yüzünü yıkarken burnunu lavaboya çarptığını belirten bir ifadeye imza atmıştır. Diyarbakır Devlet Hastanesi’ne götürülmüş ve Dr. R.C. tarafından muayene edilmiştir. Aynı gün başvuran çıkarıldığı Devlet Güvenlik Mahkemesinde yasadışı örgüt üyesi olduğunu reddetmiş ve kötü muamele gördüğünü ileri sürerek imzaladığı ifadenin gerçekleri yansıtmadığını belirtmiştir. Mahkeme başvuranın tutuksuz yargılanmasına karar vermiştir.
Mahkeme inandırıcı bulmamış, Mahkeme sorumlu devletin Sözleşmenin 3. maddesi bağlamında kötü muameleden sorumlu olduğunu tespit etmiştir.
18) Kişinin Fiziksel Ve Duygusal Direncini Kıracak Davranışlar AİHS m.3’ün İhalilidir (Bilen/Türkiye, Başvuru no: 34482/97).
Yasadışı silahlı örgüt olan Yekbun (Kürdistan Birleşik Halk Partisi) adına faaliyetlerde bulunduğundan şüphe edilen başvuran, Terörle Mücadele Şubesi’nde gözaltına alınmıştır. Başvuran, gözaltında bulunduğu sırada polisler tarafından sorgulanmıştır. Başvuran, sorgusu sonrasında başvuran Adli Tıp doktoru tarafından muayene edilmiş ve muayene sonrasında hazırlanan raporda iki adet kabuklu yara bulunduğu belirtilmiştir. Raporda ayrıca başvuranın sırtında ve sol kolunda ağrı bulunduğundan şikayetçi olduğu belirtilmiştir.
Başvuran gözaltında iken itirafta bulunması için polis memurlarının kendisine işkence yaptıklarını iddia etmekte, ayrıca gözaltından ve sorgusundan sorumlu olan polis memurlarının kendisine elektroşok ve soğuk su uyguladıklarını ileri sürmektedir. Sözkonusu polislerin kendisini kollarından astıklarını ve ölümle tehdit ettiklerini söylemiştir.
Ayrıca, on sekiz gün boyunca gözaltında tutulan ve sorgulanan, avukat yardımından faydalanamayan ve dışarıyla bağlantısı bulunmayan başvuran, Devlet görevlileri karşısında güçsüz olduğunu hissetmiş olabilir. Bu noktada AİHM, başvurana yapılan muamelenin başvuranda korku, kaygı uyandıracak ve dolayısıyla fiziksel ve duygusal direncini kıracak türden olduğunu düşünmektedir. Ayrıca AİHM, özgürlüğünden yoksun bırakılmış bir kimseye karşı gerekli olmayan her türlü fiziksel güç kullanımının insan onurunu kıracak nitelikte olduğunu hatırlatmaktadır. AİHM Hükümet’in bu türden bu muameleyi açıklayacak bir neden gösteremediğini gözlemlemektedir. Sonuç olarak AİHM mevcut davada başvurana yapılan muamelenin insanlık dışı ve aşağılayıcı nitelikte olduğuna ve AİHS’nin 3. maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir.
19) Geçmişle Hesaplaşılabilir. Ancak Yaşanan Acılara Doğrudan Tanık Olunmadıkça AİHS m. 3’ün Mağduru Olduğu Söylenemez (Janowiec ve Diğerleri/Rusya, Başvuru No: 55508/07 29520/09).
Karar, Stalin döneminde Polonya’nın Katyn bölgesinde gerçekleştirilen toplu katliama ilişkin mağdur yakınlarının Rusya’ya karşı başvurularına ilişkindir.
1940 yılında, Polonya’nın Sovyetler Birliği tarafından işgal edilmesinin ardından, yaklaşık yirmi bir bin Polonyalı tutuklanmıştır. Bunların büyük bölümü Sovyet yöneticilerinin emirleri doğrultusunda yargısız infazlara kurban gitmiştir.
Bunlar içinden 4500 asker ve polis Almanya’nın yanında oldukları gerekçesiyle Sovyetler Birliği tarafından toplama kamplarına gönderilmiş ve kendilerinden bir daha haber alınamamıştır. Daha sonra bu kişilerin izlerine Katyn ormanlarındaki toplu mezarlarda rastlanılmıştır.
Öldürülenler hakkında 1990 yılında Rusya tarafından Sovyet yöneticilerinin sahip oldukları sorumluluk kabul edilmiş ve soruşturma başlatılmıştır. Başlatılan soruşturma ise Aralık 2004 tarihine kadar devam etmiş, bu tarihte Rus Ordu Başsavcılığının onayıyla soruşturma sona erdirilmiş, 183 cilt soruşturma dosyasının 36 tanesi çok gizli olarak sınıflandırılarak, erişime kapatılmıştır. Katyn kurbanlarının yakınları söz konusu dosyalara erişmek istemişler ancak Ordu Başsavcılığı tarafından reddedilmişlerdir.
AİHM, kurbanlar sağ iken onlarla ilişki kurmuş olanlar ve ölümlerden sonra doğanlar arasında bir ayrıma gitmiştir. 3. madde kapsamında aile bağları yakınlığı kavramını öne çıkardığı bu değerlendirmesinde, kurbanlarla onlar sağ iken (başka bir ifadeyle trajedinin yaşandığı 1940’dan önce doğanlar) kişisel ve ailevi ilişki kurmuş 10 başvurucunun davasını kabul ederken, katliamda öldürülenlerin akrabaları olan, ancak onlar yaşarken henüz doğmamış olan 5 başvurucunun davasını ise reddetmiştir.
Mahkeme, “Doğrulanmış ölüm davalarında Sözleşme’nin 3. maddesinin ayrı bir ihlalinin bulunduğu sonucuna varmasına yol açan özel koşulların (örneğin, mağdurun çektiği sıkıntının doğrudan tanığı olması) hiçbirinin başvuranların davasında bulunmaması nedeniyle, mağdurların sıkıntıları, ciddi insan hakları ihlali sonucu mağdur olan kişilerin akrabalarının kaçınılmaz bir şekilde maruz kaldığı duygusal sıkıntıdan farklı bir boyuta ve niteliğe ulaşmamıştır.” diyerek, bu durumun AİHS m. 3’ü ihlal etmediği sonucuna varmıştır.
20) Zehirli Ağacın Meyvesi Her Zaman Zehirli Midir? (Gäfgen/Almanya, Başvuru No. 22978/05)
Başvurucu, 1 Ekim 2002 tarihinde, bir erkek çocuk olan J.’nin nerede olduğuyla ilgili polis tarafından sorgulandığı sırada tabi tutulduğu muamelenin, Sözleşme’nin 3. maddesiyle yasaklanmış bir muamele olan işkence oluşturduğunu iddia etmiştir. Başvurucu ayrıca, Sözleşme’nin 3. maddesinin ihlali suretiyle elde edilmiş ifadesinin ceza davasında delil olarak kullanılmış olması nedeniyle, bir kimsenin kendini etkili bir şekilde savunma hakkını ve kendini suçlandırmama hakkını içeren Sözleşme’nin 6. maddesinde güvence altına alınmış bulunan adil yargılanma hakkının da ihlal edildiğini iddia etmiştir.
Başvurucu kaçırılan çocuk J’nin yerini öğrenmek için polis merkezinde sorgulanmıştır. Polis E., başvurucuya eğer çocuğun nerede olduğunu söylemezse, özel olarak eğitilmiş bir kişi tarafından kendisine iz bırakmadan, dayanılamayacak kadar ağır acı verecek bir muamelede bulunulacağını söylemiştir. Başvurucuya göre bu memur, daha sonra kendisini dev gibi iki siyah adam ile aynı hücreye kapatarak, kendisine cinsel saldırıda bulunmalarını sağlamakla tehdit etmiştir. Acı verme işlemi, tıbbi gözetim altında, iz bırakmadan, emniyete helikopterle getirilecek olan başka bir eğitimli polis tarafından yapılacaktır.
Tehdit edildiği muamelelere tabi tutulmaktan korkan başvurucu, on dakika kadar sonra J.’nin cesedinin yerini söylemiştir.
Mahkeme, polislerin eylemlerindeki saikin çocuğun yaşamını kurtarmak olduğunu kabul etmektedir. Ancak, Sözleşme’nin 3. maddesi ile Mahkeme’nin yerleşik içtihatları göz önünde tutulduğunda, mağdurun eylemi veya yetkililerin saiki ne olursa olsun, kötü muamele yasağının uygulanacağını vurgulamak gerekir. Bir kimsenin yaşamı risk altında olsa bile, işkence, insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele yapılamaz. Ulusun yaşamını tehdit eden olağanüstü halde bile, bu yasağın askıya alınmasına izin verilmemiştir. Muğlak olmayan terimlerle düzenlenmiş olan Sözleşme’nin 3. maddesi, en zor koşullarda bile, her insanın mutlak ve vazgeçilemez nitelikte işkenceye, insanlık dışı veya aşağılayıcı muameleye tabi tutulmama hakkı bulunduğunu kabul etmektedir. Sözleşme’nin 3. maddesindeki hakkın mutlaklık niteliğini güçlendiren felsefi temel, söz konusu kişinin eylemi ve suçun niteliği ne olursa olsun, herhangi bir istisnaya veya haklılaştırıcı faktöre veya menfaatlerin tartılmasına izin vermemektedir.
İşkence tespit ettiği olaylar ile başvurucunun olayını karşılaştıran Mahkeme, mevcut olayda başvurucunun tabi tutulduğu sorgulama yönteminin Sözleşme’nin 3. maddesiyle yasaklanmış insanlık dışı muamele oluşturacak kadar ağır olduğu, fakat işkence eşiğine ulaşmak için gerekli zalimlik düzeyine varmadığı kanaatindedir.
Ancak karara bağlanması gereken başka bir konu vardır: İşkence yasağı kapsamında alınan ifadeler sebebiyle ulaşılan delillerin yargılamada kullanılıp kullanılamayacağı, zehirli ağacın meyvesinin gerçekten zehirli olup olmayacağıdır.
Bu konuda mahkeme, çoğunluk oyuyla Sözleşme’nin 6. maddesinin 1. ve 3. fıkralarının ihlal edilmediğine karar vermiştir. Ancak karara katılmayanların karşı oy yazıları da dikkate değerdir. Karara muhalif olanlar, “Ne yazık ki, bu davada çoğunluk tarafından verilen cevap ve benimsenen gerekçe, Sözleşme’nin 3. maddesiyle güvence altına alınan mutlak hakların etkililiğini zayıflatma riski içermektedir. Mahkeme’nin içtihadında, insanlıkdışı ve aşağılayıcı muamele mutlak yasağının ihlali suretiyle elde edilen ifadelerin kabulü ile aynı yolla elde edilen diğer deliller arasında bir ayrım başlatılmıştır.” şeklinde görüş bildirmişlerdir.
Son tahlilde Mahkeme, işkence yasağına aykırı olarak alınan ifadelerin yargılamada kullanılamayacağını belirtmiş olmakla beraber; maddi delillere ulaşmak, işkence olmasaydı da mümkün olabilirdi denebiliyorsa kabul edilebilmektedir. Mahkemenin bu olay özelinde, ilke kararı koymaktansa, olaya duygusal baktığı söylenebilir.
H. SONUÇ
İşkence AİHS m. 3 ile net bir biçimde yasaklanmıştır. Bununla birlikte AİHS m. 3’te işkence, insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele tanımlarının net olarak yapılmamış olması, sözleşmenin çerçeve niteliğinde oluşu ile açıklanabilir. Kaldı ki AİHS m. 3 ihlal edildiğinde, ihlalin hangi unsura dayandırıldığının pratikte bir anlamı yoktur.
Tüm bunlarla birlikte şiddetli bir biçimde maddi anlamda veya manevi anlamda acı verici eylemlerin, otoriteyi ifade veya sorgu esnasında elinde tutan kamu görevlilerince, kasten ve çoğu zaman şüpheli veya sanıktan ikrar elde etmek amacıyla kullanılan yöntemlerin kınanması gerektiği açıktır.
Hukukçular olarak, duyguları ve ön yargıları bir kenara bırakarak olaylara objektif bir açıdan bakmamızda fayda vardır. Çünkü bir başkası için kabul edilebilir görülebilecek işkenceye, başka bir gün bizlerin de karşılaşmayacağının garantisi verilemez. Ülkemiz açısından konuyu bağlamamız gerekirse; eğer Türk mahkemelerinin verdiği kararlara güveniyorsak, işkenceye uğrayan ve hatta terörist olabileceği ilk etapta aklımıza gelebilecek, derhal cezalandırılması gerektiğini düşünebileceğimiz kişilerin, yargılama neticesinde suçlamalardan beraat edebilceğinin, hatta ettiğinin unutulmaması gerekir.
KAYNAKÇA
ALTIPARMAK Kerem, Anayasa Mahkemesinin Zor Sorusu: İşkence ve Kötü Muamele, Ama Hangisi?, Anayasa Dergisi, S. 32, 2015, https://anayasa.gov.tr/media/4437/5.pdf, (Erişim Tarihi: 05.12.2020).
BAŞLAR Kemal, Türk Mahkeme Kararlarında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Şen Matbaa, Ankara, 2007.
Defusing the Ticking Bomb Scenario: Why We Must Say No to Torture, Always, Published by The Association for the Prevention of Torture, 2007, https://www.apt.ch/sites/default/files/publications/tickingbombscenario.pdf, (Erişim Tarihi: 07.12.2020).
DEMİRBAŞ Timur, Soruşturma Evresinde Şüphelinin İfadesinin Alınması, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2018.
DÜLGER Murat Volkan, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Gafgen Kararı Bağlamında Ceza Muhakemesinde İşkence Tehdidi İle Elde Edilen Delillerin Kullanımı Sorunu, TBB Dergisi, S. 111, 2014, http://tbbdergisi.barobirlik.org.tr/m2014-111-1370, (Erişim Tarihi: 03.12.2020).
GÜL Yakup, SELANİK Baran, CMK Görevlendirmeleri İçin Uygulamada Rehber El Kitabı, Yabaneri Yayıncılık, İzmir, 2020.
İNCEOĞLU Sibel vd., İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi ve Anayasa, Şen Matbaa, Ankara, 2013.
ŞAHİN Cumhur, GÖKTÜRK Neslihan, Ceza Muhakemesi Hukuku, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2019.
TEZCAN Durmuş, ERDEM Mustafa Ruhan, SANCAKDAR Oğuz, ÖNOK R. Murat, İnsan Hakları El Kitabı, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2014.
TEZCAN Durmuş, ERDEM Mustafa Ruhan, ÖNOK R. Murat, Teorik ve Pratik Ceza Özel Hukuku, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2015.
[1] TEZCAN Durmuş, ERDEM Mustafa Ruhan, SANCAKDAR Oğuz, ÖNOK Rifat Murat, İnsan Hakları El Kitabı, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2014, s. 131.
[2] TEZCAN vd., İnsan Hakları El Kitabı, s. 129.
[3] Defusing the Ticking Bomb Scenario: Why we must say No to torture, always, Published by The Association for the Prevention of Torture, 2007, s. 6 vd.
[4] TEZCAN Durmuş, ERDEM Mustafa Ruhan, ÖNOK R. Murat, Teorik ve Pratik Ceza Özel Hukuku, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2015, s. 268 ve ŞAHİN Cumhur, GÖKTÜRK Neslihan, Ceza Muhakemesi Hukuku, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2019, s. 179.
[5] TEZCAN, ERDEM, ÖNOK, Teorik ve Pratik Ceza Özel Hukuku, s. 269.
[6] TEZCAN, ERDEM, ÖNOK, Teorik ve Pratik Ceza Özel Hukuku, s. 267.
[7] TEZCAN, ERDEM, ÖNOK, Teorik ve Pratik Ceza Özel Hukuku, s. 270.
[8] ALTIPARMAK, s. 157.
[9] ŞAHİN, GÖKTÜRK, s. 178.
[10] İNCEOĞLU Sibel vd., İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi ve Anayasa, Şen Matbaa, Ankara, 2013, s.137 ve TEZCAN vd., İnsan Hakları El Kitabı, s. 139 ve 140.
[11] ALTIPARMAK Kerem, Anayasa Mahkemesinin Zor Sorusu: İşkence ve Kötü Muamele, Ama Hangisi?, Anayasa Dergisi, S. 32, 2015, https://anayasa.gov.tr/media/4437/5.pdf, (Erişim Tarihi: 05.12.2020), s.146.
[12] TEZCAN vd., İnsan Hakları El Kitabı, s. 140.
[13] TEZCAN vd., İnsan Hakları El Kitabı, s. 141.
[14] İNCEOĞLU, s. 141.
[15] İNCEOĞLU, s. 141.
[16] ÖZGENÇ, İzzet, Türk Ceza Kanunu Gazi Şerhi (Genel Hükümler), Ankara Açık Ceza İnfaz Kurumu Matbaası, Ankara, 2006, s. 792.
[17] DEMİRBAŞ Timur, Soruşturma Evresinde Şüphelinin İfadesinin Alınması, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2018, s. 327.
[18] TEZCAN vd., İnsan Hakları El Kitabı, s. 134.
[19] TEZCAN vd., İnsan Hakları El Kitabı, s. 135.
[20] Gönderileceği ülkede AİHS m. 3’ü ihlal edici nitelikte bir kötü muamele ile karşılaşma ihtimali olan kişilerin söz konusu ülkeye gönderilmesinin AİHS m. 3 ihlali sayılacağına ilişkin AİHM’in Savriddin Dzhurayev/Rusya, Hırsı Jamaa ve Diğerleri/İtalya ile A. ve diğerleri/Birleşik Krallık kararları vardır.